29 Mart 2025 07:05

Birikmişlik ve öfke kendi eylem rengini arıyor

Ekinsu Devrim Danış
Murat Uysal

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesiyle başlayan, gözaltı ve tutuklamalarla büyüyen eylemlerde yüz binler şehir meydanlarına akın etti. Sürecin başından beri eylemlerin merkezi durumundaki Saraçhane Meydanı her yeni güne yeni çıkarımlar bıraktı. Bugün Saraçhane’de eylemler devam ediyor olsaydı belki de tartışmayı oturtacak zemini belirlemek daha zor olacaktı.

İmamoğlu’nun diplomasının İstanbul Üniversitesi tarafından iptal edilmesiyle daha İmamoğlu’na gözaltı kararı çıkmadan üniversite öğrencileri eylem kararları aldı. İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin öncülük ettiği bu çağrı İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla büyüdü. Sol sosyalist gençlik örgütleri önde İstanbul Üniversitesi yemekhanesinde buluşan öğrenciler Beyazıt Meydanı’na yürümeye başladı. Eylem yasağını da gerekçe gösteren polis Beyazıt’a yürüyen öğrencilerin önüne barikat kurdu. Barikatı zorlamaya başlayan öğrenciler, “Hükümet istifa”, “AKP halka hesap verecek”, “Yaşasın öğrenci dayanışması” sloganları atarken okulun barikatın zorlandığı yolu gören cephesinde birçok öğrenci barikatı zorlayan arkadaşlarını ancak parmaklılar ardından izliyordu. Bilindik, hemen her eylemde atılan sloganlarla yürüyen bu öğrenciler barikatı aştı. Barikatı aşan öğrencilerdeki ilk an şaşkınlığı yoruma açık. ‘Geride bıraktığı arkadaşını bekliyor’ da diyebiliriz, tek bir öğrencinin o an için tek büyük hedefi olan barikatın aşılmasıyla yanan ‘Şimdi ne yapıyorduk? Sorusudur’ da diyebiliriz. Şimdi hem barikatı aşmanın verdiği öz güvenin hem de “Peki, sonra ne olacak?​” sorusunun o duraksama anında kristalize olduğu; birikmişlik, öfke ve örgütsüzlüğün iç içe geçtiği anı biraz donduralım.

Yer yer Gezi’yle kıyaslanan, yer yer “pırıl pırıl çocuklar” söylemiyle övülen ve muhalif medyadaki akademisyenlerin tahlillerine konu olan bu gençler; kimi zaman analiz edilmesi gereken bir milliyetçiliğin, kimi zaman da aniden sahneye çıkan bir Kemalist gençliğin anlamlandırılmaya çalışıldığı bir momentin taşıyıcısıydılar. Gezi direnişindeki gençlerle karşılaştırılıyorlar. Daha öfkeli ve daha kararlı oldukları konuşuluyor. Muhalefete yön tayin eden “Kurtuluş sokakta, sandıkta değil” sloganı ya da Saraçhane’den Güvenpark’a, hangi milletvekili kürsüye çıksa fark etmeksizin yuhalanmaları, “Bu gençlerin bir bildiği var” yorumlarını beraberinde getirdi.

Sonraki günlerde o “Bir bildiği olan gençler” hiçbir potada erimemeye başladı. Çok geçmeden “anarko-Kemalizm”, “milliyetçilik” ya da “başka kaygıları olan gençler de var” gibi değerlendirmelerle; öfke ve birikmişliğin aynı zemin üzerindeki farklı politik dışa vurumları anlamlandırılmaya çalışıldı.

Bu gençler uzaydan gelmedi ya… Kim bu gençler?

Geleceksizlik ile yarın kaygısının, barınma ve geçim sıkıntılarıyla birleşerek umutsuzluk ve yalnızlaşmanın omuzlarına bindirildiği; çoğunun, bırakın herhangi bir sosyalleşme imkanını ya da kültür-sanat etkinliğine katılmayı, öğün atlayarak eğitim hayatını sürdürdüğü; öte yandan ne bir şenlik ne bir festival dahi deneyimlemediği; kulüp ve topluluklarının yasaklandığı, bir yandan çalışıp bir yandan mezun olabilecek kadar derslere girip çıktığı sıkıştırılmış bir dönemin ürünü bu gençlik. Neden maske takıyorsunuz sorularına “Fişlenmek istemiyorum”, “İşsiz kalmak istemiyorum”, “Atanabilmek istiyorum” cevaplarını vermeleri dahi onları bir arada tutan geleceksizliği apaçık ortaya koyuyor.

Bu gençlerle ilk defa karşılaşmıyoruz elbette. Hatta bu kuşağın değişime öncülük edeceğine olan inanç da yeni değil. 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde AKP’yi büyük bir hezimete uğratacağı düşünülen gençlik bu gençlik. Ancak onlar için baskı ve yasaklarla örülmüş bu geleceksizlik; iktidara ve AKP’ye yönelik öfkenin yanında, siyasal İslam karşıtlığını ve özellikle Suriyelilere yönelik bir düşmanlığı da yeniden açığa çıkararak bir “Türklük” kimliğini sahiplenmeye yol açtı. Seçim döneminde Muharrem İnce ve Zafer Partisi etrafında kümelenen gençlik yığınlarında, tam da İnce’nin TikTok yayınları, absürt dansları, gençlere “Hitap etmeye çalışan” politik çıkışları bir şekilde karşılık buluyordu. Bu karşılık, elbette konsolide bir ideolojik yönelim değildi; ama Z kuşağı diye tarif edilen, her türlü ideolojiyi reddeden, sadece anarşizan tepkilerle kendini ifade eden bir gençliğin bugünden daha net görülen hali o dönem de tartışıldı. Seçimin yenilgisinin faturası da onlara kesildi.

Geniş gençlik kesimlerindeki geleceksizlik öfkesinin bu denli tepkiye yol açacağı, AKP’ye yönelik böylesi yekvücut çıkışa neden olacağı tek adam iktidarı için de sürpriz olmuş olabilir. Ancak gençler arasındaki bu “ideolojisizlik” ya da yer yer milliyetçilik olarak tartışılan eğilimler, onları öznel olarak değil, nesnel olarak ortak sıkıntılarda birleştiren maddi gerçeklikleri karşısında çözülmeye başladı. Aksine, hızlı şekil alan, hızlı öğrenen ve biriktirdiğiyle yüzleşen bu gençlik; fikirleri ile gerçeklikleri arasındaki uyumsuzluk ve çelişkiyi deneyimledikçe daha nitelikli bir dönüşümün eşiğine geldi. Yoksa “Kurtuluş sokakta, sandıkta değil” sloganı bu nihilizm içinde bir anda nasıl bu kadar hızlı karşılık bulabilirdi? Ya da boykot ve hayatı durdurma çağrıları, sınırlı sayıdaki sosyalist gençlik tarafından değil de neden daha geniş kesimlerin diline dolanabildi?

İşte, AKP’yi seçimle gönderememiş, seçimden umduğunu bulamamış gençlerin önemli bir kısmı, sandığa olan inancını kaybetmişti. Bilince çıkarmasa da kendilerinde bulamadıkları öz güvenin ancak aynı öfkeye sahip yığınların kitlesel hareketiyle mümkün olabileceğinin farkına varmışlardı. AKP’nin bilinç dünyasını darmadağın ettiği, ne yaşadığını, ne istediğini ya da neyin biriktiğini aynı bulanıklıkla ifade eden bu gençlik, öncülerinin etkisiyle fakülte fakülte, kampüs kampüs boykot örgütledi. “Kimse bir şeye tepki göstermiyor” yılgınlığından kendini ve çevresini soyutlayan arkadaşlarını dahi, daha geriden gelerek kazandılar.

Dolayısıyla, “Z Kuşağı” denilen bu gençliğin mevcut egemen siyasetin her türlüsüne mesafesi ve ideolojik kalıpları reddetme eğilimi, onları yeni ve farklı siyasi figürlere yönlendirmiş olsa da; Muharrem İnce gibi figürlerde yaşanan geçici toparlanmalar, aynı hızla çözülmeye de işaret ediyordu. Bu çözülüş, günden güne bir katarsisin geri sarılmasıyla, birikmiş olanın yeniden hatırlanmasıyla kendini gösteriyor. Polis şiddeti ve işkenceyle karşı karşıya kaldıklarında “6 Şubat’ta neredeydiniz?​”, “Ormanlar alev alev yanarken neredeydiniz?​” gibi sorularla, meselenin İmamoğlu olmadığını ve asıl birikenin ne olduğunu yavaş yavaş gösteriyorlar.

Fakat şimdi, tüm bu birikmişlik ve öfke kendi eylem rengini arıyor. Daha önce kampüsünde 50 öğrenciyi bile yan yana görmemiş bu gençler, binlerce öğrenciyle boykot yaptıktan, açıklamalar gerçekleştirdikten sonra bununla yetinmiyor. Yürümek istiyor. Kürsüyü dinlemek değil; kendisi doğrudan polisle karşı karşıya gelmese bile Bozdoğan Kemeri’nde bekliyor. Bir şey yapmıyor belki, ama orada duruyor. 1 Mayıs’ta Saraçhane’den Taksim zorlanırken ortada olmayan bu gençler, şimdi neden Taksim’de ısrar ediyor? Çünkü “Derdimiz İmamoğlu değil” demenin en güçlü yolunun bu olduğunu düşünüyor.

Ancak onlar için daha sağlam ve kalıcı birlikler kurmak, yarının adımını kitleselliğin dağılmamasını önceleyerek planlamak bugünün işi değil. Dün çok uzağında olduğu bugünkü kazanımı yarınına yetmiyor. Kendi kazanımlarını, neyi başardığını küçümsemeye başlıyor. Bu sürekli hareket halinde olmak isteyen, nereye sorusuna cevaba ihtiyaç duymadan yürümeyi önceleyen bu kuşağı iktidar da üstündeki o ilk an telaşı attıktan sonra tüm zor gücünü kullanarak anlıyor.

Gençlerin en ileri unsurlarını, megafon tuttuğu için, önde yürüdüğü için hukuksuzca tutukluyor. Şaşkın ve öfkeli gençleri alanda yalnız bırakıyor, belki de alan onlara kalıyor. Ortalık durulmaya başladıkça iktidar bu alanda yalnız kalan öfkeli gençlere hayatının dersini yaşatıyor.

Şimdi, tüm bu öfkeyi ve birikmişliği Saray iktidarının sınıfsal karakterine, can damarlarına yöneltme; yarın bir kişiyi bile geride bırakmadan kalıcı bir birlik yakalayabilmek için, çözülmeden ve dağılmadan örgütlenme, ne çıkarılan dersleri ne de kazanımları küçümseyerek bir adım daha ileriye atma zamanıdır.

Evrensel'i Takip Et